Rüyaların Fizyolojisi ve Nörofizyolojisi

Uzm. Psk. A.Sümeyra Aydoğdu aydogdu.sumeyra@hotmail.com

Prof. Dr. Mustafa Bilici
Psikoterapi Enstitüsü Eğitim Yayınları, Ocak 2018

Bu yazıda Prof. Dr. Mustafa Bilici’nin Psikoterapi Enstitüsü Eğitim Yayınları tarafından basılan Rüyaların Fizyolojisi ve Nörofizyolojisi adlı kitabının tanıtımı yapılacaktır.

Önce kısaca kitabın müellifi hakkında bilgi verelim: Mustafa Bilici, Erenköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ni dönüştürme amacıyla kurucu başhekim olarak atanmış ve daha sonra Medipol Üniversitesi Psikiyatri Anabilim dalını kurmuştur. Bunun yanı sıra çeşitli üniversitelerde çalışmış, halen Sabahattin Zaim Üniversitesi’nde görev yapmakta ve İstanbul’daki özel muayenehanesinde psikiyatrist ve psikoterapist olarak hizmet vermektedir.

Bilici’nin yerel ve uluslararası dergilerde yayımlanmış çok sayıda makalesi bulunmaktadır. Bunun yanı sıra “Uyku Bozuklukları Tanı ve Tedavi” kitabının “Uykunun Nörobiyolojisi” bölümünü Psikiyatri Uzmanı Sena Yenel ile kaleme almıştır. Özel ilgi alanları arasında uyku hastalıkları, bilinç ve rüya yer almaktadır.

Rüyaların Fizyolojisi ve Nörofizyolojisi kitabı, Bilici’nin Mart 2016’da Psikoterapi Enstitüsü’nün Rüya Eğitimi kapsamında verdiği ders deşifre edilerek hazırlanmıştır. Kitap, Uykunun Evreleri, Rüyaların Öznel ve Psikanalitik Anlamları, Rüya-Bilinç-Benlik, Rüyaların Terapide Kullanımı başlıkları altında 4 bölümden oluşmaktadır.

 Uykunun Evreleri

  Bilici, uykunun öneminin kavranması açısından uykunun kardiyovasküler sistemden immün sisteme kadar birçok beden fonksiyonunu etkileyen fizyolojik bir durum olduğunu vurgulamaktadır. Uykunun gelişimsel bir tarafı vardır; yaşlı uykusu ile bebek uykusu arasında ciddi farklılıklar bulunmaktadır.

Bebek uykusunun önemli bir bölümü REM döneminde, yaşlı uykusu ise N1-N2 döneminde yer alır. Cinsiyet farklılıkları açısından anlamlı derecede farklılaştığı gibi uykunun evrimsel bir yanı da vardır. Deneklerin REM döneminden yoksun bırakıldığı çalışmalarda bilişsel problemler belirgin şekilde ortaya çıkmaktadır. REM’i bilişsel süreçleri sağlayan bir uyku dönemi olarak görmek daha doğrudur. Non-REM uykusunda ise daha çok bedensel dinlenme söz konusudur.

Yazar, sinaptikplastisite ya da nöronalplastisitenin oluşumunda ve gelişiminde REM uykusunun çok önemli olduğunu ifade etmektedir. Yoğun öğrenme dönemlerinde REM uykusu artar. Öğrenme döneminin ardından deneklerin uykusuz bırakılmaları halinde öğrendiklerinin çok az bir bölümünü hatırladıklarını gösteren deney sonuçları elde edilmiştir.

İnsan beyni diğer canlılara kıyasla daha plastik olduğu için sirkadiyen ritmini de ayarlayabilmektedir. Normalde gece uyuyup sabah uyanmamız gerekirken, gece bekçisi iseniz bunun tam tersini yapmanız mümkün olabilir. Özetle, derin ve yavaş uyku büyüme, hücre onarımı, REM uykusu ise hafıza ve öğrenme sürecinde rol almaktadır. Uyku evreleri N1, N2, N3 ve REM’in işlevlerini ve bu dönemlerdeki değişimleri anlatan Bilici, özellikle toplam uyku süresinin neredeyse yarısını kapsayan N2 döneminin ne işe yaradığının henüz bilinmediğini ve bu alanın keşfedilmeye çalışıldığını söylemektedir.

REM döneminde göz hareketlerinde görülen aşırı artışın nedeni tam olarak bilinememektedir. Bu durumun günlük hayatta yaşadığımız bazı sorunların çözülmesinde işe yarıyor gibi gözüktüğünü belirten Bilici’ye göre REM dönemindeki göz hareketleri dikkatin bir göstergesidir; uyuyan birey kendi içsel süreçlerine dikkat kesilmektedir.

REM uykusunda beynin bazı bölgelerinde uyanıklıktan daha fazla kan akımı olmaktadır ve uyanıklıktakinden daha fazla çalışmaktadır. REM döneminde oluşan dalgaların ponstan başlayıp oksipitale doğru gitmesi görsel imajlar kullanabilmemizi sağlamaktadır.

Rüyaların Öznel ve Psikanalitik Anlamları

Bilici, rüyaların eski çağlardan beri insanların dikkatini çektiğini ve bunlara değişik şekillerde izah getirilmeye çalışıldığını vurgulamaktadır. Rüyalar dışsal bir kaynaktan geliyor şeklinde değerlendirdiğimizde o zaman fazla bir yol alma şansı kalmamaktadır. Rüyayı anlamak için kişinin rüyanın merkezine yerleştirilmesi gerekmektedir. Rüyalarla ilgili bilimsel denemese de ilk sistematik çalışmayı S. Freud yapmıştır. Bu çalışmalara göre özetle bastırdığımız materyal kılık değiştirerek bir şekilde karşımıza çıkmaktadır. Bastırılanın oluşturduğu gerilim de bu şekilde boşaltılır. Bu yönüyle Freud’a göre rüyalar gerilimi ortadan kaldırır ve bir tür denge oluşturur. Rüyalar hakkında Freud’dan çok etkilenen C. G. Jung’a göre rüyalar hem bireysel hem de kolektif bilinçdışını yansıtan sembollerle kendini dışarı vurur.

Rüyaların çoğu çok çabuk unutulur. Uyanıkken algı sistemlerimiz bellekle çok yakından ilişkilidir. Uyanıkken görerek, dokunarak, koklayarak vb. şekillerde öğreniriz ancak rüyadayken bunlar devre dışı kalır. Rüyadaki algımız tamamen içseldir. Freud da bu konuya “Rüyalarımızı unuturuz çünkü bastırdığımız istek ve dürtüleri içerir. Bunları ya ayıp sayarız ya da bilincimizle onları hatırlamak istemeyiz.” şeklinde açıklık getirir. Rüyaların öznelliğine dikkat çekilen kitapta, Freud’da olduğu gibi tüm rüyaların nesnel ortak bir tercümesi olamayacağı detaylandırılarak anlatılmaktadır. Terapi öznel bir şeydir. Dolayısıyla kişinin rüyasının da terapide kullanılması çok doğaldır. Kitapta detaylı olarak uyku-uyanıklık döngüsünü sağlayan beyin yapıları ve biyokimyasal yapılardan da bahsedilmektedir.

 Rüya, Bilinç, Benlik

 Bilici, erken yaşlarla REM döneminin daha fazla olmasına rağmen REM uykusundan uyandırılan 3-5 yaş arası çocuklarda rüya görme oranının yüzde 27, erişkinlerde ise yüzde 80 olduğuna işaret ederek, kognitif süreç geliştikçe rüyaların hem sıklığında hem içeriğinde bir zenginlik söz konusu olduğunu vurgulamaktadır. Depresyonda ruhsal açıdan kendini kötü hissetmenin bir yansıması olarak kişiye hayatın tatsız tuzsuz gelmesi gibi aynı şekilde rüyalar da benzer içeriktedir. Beyninde lezyonu olan 332 deneğin katıldığı bir araştırmada, yaklaşık 200 kişinin rüyalarında herhangi bir bozulma görülmemiştir. Beynin sensorimotor korteks, dorsolateral prefrontal korteks gibi alanları rüya görmeyi etkilememektedir.

Bilincin beyin sapından kortekse uzanan nesnel yönü ve bu yapının ilişki içine girmesi, bağ kurması gereken ikinci yönü vardır. Bu ikisi bir bütünlük oluşturur. Bilinci bu şekilde düşünmediğimizde genellikle hata yapılır. Aynı beyinlere sahip olmamıza rağmen bizleri farklı kılan şey yaşantımızdır.

REM döneminde beyin sapından kortekse giden uyarılma düzeyi çok düşüktür ancak “awareness” dediğimiz kişinin öznel farkındalığı çok yüksektir. Kişinin öznel farkındalığı posteriorsingulat korteks, medialprefrontal korteks ve inferiorparietal lobu kapsayan 3 alanla ilgilidir. Bunlar birbiriyle defaultmode network (DMN) adı verilen bir bağ oluşturur. DMN dikkatimizin daha çok içe yöneldiği durumlarda aktifleşir.

REM döneminde DMN aktivitesinde söz konusu 3 bölgenin birbiriyle ilişkisinde ciddi bir artış olur. Bilici, bu duruma ilişkin şu değerlendirmede bulunur: “O zaman rüyalarda, öznel farkındalık kişinin öznel yaşantısıyla uyanıklığa göre çok daha yoğun bağ kuruyor. Buradan hareketle rüyaların terapide ne kadar işe yarayabileceğini anlıyoruz.”

7 yıl boyunca 58 gencin 635 rüyasının incelendiği bir çalışmada, rüya görmenin, uyanıklık bilişselliğiyle birçok ortak noktası tespit edilmiştir. Araştırmaya göre tuhaf ve sembolik şeyler sanılandan daha azdır. Rüya gören kişi ve rüyadaki diğer kişiler, kendilerini günlük olağan aktivitelerinin, meşguliyetlerinin içinde bulurlar ve rüya bunlar hakkında konuştukları bir içeriğe sahiptir. Lucid rüyaların terapötik değeri diğer rüyalara göre daha azdır. Travmalarda sık sık tekrarlanan rüyalar ise daha yatıştırıcı bir işleve sahiptir. “REM eşittir rüya” şeklinde düşünmek doğru değildir. Evre 2’de de rüyalar ortaya çıkabilir ancak REM döneminde uyandırılanlardan yüzde 80’i rüya gördüğünü ifade etmektedir.

REM döneminde amigdala, özellikle limbik sistemin emosyonla ilgili parçası çok aktif hale gelir, buna karşın muhakeme yapan beynin ön bölümünde bir deaktivasyon söz konusudur.

Rüyaların Terapide Kullanımı

Kitabın bu bölümünde bizim kendi kişisel hikâyemizi oluşturmamız için rüyaların nicel olarak beyin sapı, limbik sistem, korteks gibi yapılara ihtiyaç duyduğunu hatırlatan Bilici, öznel yönüyle rüyaların terapide çok uygun bir araç haline geldiğini belirtmektedir.

Rüyaların iki yönü vardır. Birincisi; benlik, bilinç doğrudan rüyalara yansıyacağı için kişinin problemini değerlendirmeyle ilgilidir. Yazar bu durumu şöyle açıklar: “Böbrek patolojisi olandan idrar alıyoruz. Niye; böbreğin ürettiği bir şey o. Diyoruz ki sende şöyle bir şey var filan. Kişinin ruhsal patolojisi, kendiliğiyle ilgili bir problem açısından bir numune almamız gerekirse nereye bakacağız; rüyalar bu açıdan önemli bir numune oluşturmuş oluyor.”

Rüyaların ikinci yönü ise problem çözmeye yardımcı olmasıdır. Rüyadan hareketle kişinin problem çözme becerilerini geliştirme şansı doğar. Ampirik çalışmalardan elde edilen bulgulara göre rüyanın içeriği uyanıklık düşünceleriyle büyük oranda paralellik gösterir. Kâbuslar, tekrarlayan rüyalar gibi durumlar kişinin psikolojik sağlığı ile bağlantılıdır. Ayrıca danışanın rüyalarıyla çalışmak, en önemli ve öncelikli problem alanlarına çok hızlı bir biçimde ulaşmayı sağlamaktadır.

Aaron Beck’in temsil ettiği bilişsel rüya yaklaşımı, Ernest Hartmann, Clara Hill ve Hayrettin Kara’nın rüyaya yaklaşım modelleri bulunmaktadır. Freud, rüyaların bilinçaltına inen bir kral yolu olduğu ve bastırılmış şeyler olduğunu söylemektedir. Görünen içerik, gizli içerik gibi kavramları vardır. Jung, Freud gibi semboller çözmekten, yorumlamaktan değil, rüyayı anlamaktan söz etmektedir.

Alfred Adler’in fenomenolojik ve oluşsal yaklaşımları vardır. Adler’e göre bilinçaltı ile bilinç aynıdır. Adler’e göre rüyanın gizli anlamlarını aramak yerine açık anlamlarına yoğunlaşmak gerekir. Rüyalar bireyin uyanıklık kişiliğini yansıtmaktadır.

Rüyalara ilişkin Hartmann’ın “Rüya görmek, uyanıklık bilinciyle aynı düzlemde var olan farklı bir düşünme ve olma biçimidir.” şeklindeki görüşü nörobiyolojik açıdan da tutarlıdır. Hartmann’a göre uykuda uyanıklıkta olduğundan çok daha fazla bağlantı kurma ihtimali vardır. Allan Hobson ve Rosalind D. Cartwright’ın rüyaya ilişkin görüşlerine değinilen kitapta Clara Hill’in modelinin de bahsedilmektedir. Bu modelin ön kabulü de rüyaların uyanıklık düşüncelerinin devamı olduğu yönündedir.

İlk dönem rüya yaklaşımlarında bilinçaltının vurgulandığı, özneyi reddeden bir tutum sergilendiği, güncel rüya yaklaşımlarında ise bilince, özneye önem verildiği görülmektedir. Kitapta, Hayrettin Kara’nın geliştirdiği Fenomenolojik Rüya Benliği Modeli’nin de kişinin kendi benliğiyle arasında bağ kuran bir yaklaşım olduğu detaylandırılarak anlatılmaktadır. Bu modelde bizim rüyada yaşadığımız şeyin bir tür kendi kendimizle konuşma olduğu ve bu konuşmanın iyi anlaşılması gerektiği belirtilmektedir. Kurama göre uyanıklıkta ve rüyada benlik, kendini ikileştirir. Benzer fenomenolojik niteliklerin farkındalığı içinde bu iki benliği bütünleştirmeye çalışmak son derece yararlıdır. Prof. Dr. Mustafa Bilici, Kara’nın modelini dayandığı temel ilkeler ve kolay anlaşılırlığı bakımından faydalı bir model olarak niteleyerek Türkiye’de de böyle bir çabanın olmasını değerli bulmaktadır.

Bilici’nin “Rüyaların Fizyolojisi ve Nörofizyolojisi” adlı kitabını uyku ve rüyayı bilimsel temelleriyle ele alarak, güncel ve güncel olmayan farklı rüya yaklaşımlarına yer vermesi açısından kıymetli bulmakta, rüyaların terapide kullanılmasına ilişkin daha detaylı okuma yapmak isteyenlere kılavuzluk yaptığını düşünmekteyiz.