Bataille’ın İç Deney’i

Uzm. Psk. Gökhan Özcan

Kendi verili evreninin gerçekliğinde hipotezler kurmak ve sınamak, nedenler ve sonuçlar arasındaki ilişkiyi yordamak, istatistiksel hesaplamalarla gerçekliğin bir kısmını kavrama iddiasında bulunmak yani deney yapmak, çağımız olağan biliminin vazgeçilmez yöntemi ve varlık sebebidir. Deney, dış dünyayı nesnel bir biçimde kavrama gayretidir. Deney sonucunda elde edilecek bilimsel bilgiyse, takipçileri tarafından, dış dünyanın belirli bir bağlam içerisindeki ulaşılabilir en kesin temsili olarak görülür.

Deney, sadece doğa bilimleri yahut sosyal bilimler değil, edebiyat ve yaşantı felsefesinde de söz konusudur. Nitekim Bataille felsefesindeki deney, iç deneydir. İç deney/im, ruhsal yaşam nesne kılınarak içe yansıyan dış dünyanın, varoluşun çeşitli duygulanımları üzerinden keşfedilmesi çabasıdır. Fransız felsefesinin Nietzsche izleyicileri arasında konumlanan edebiyatçı ve filozof George Bataille (1897-1962) L’Expérience Intérieure (İç deney) kitabında tam da bu tür bir keşif çabası içerisindedir.

Bataille, nesnel bilginin güdümündeki deneyin ve onun yarattığı otoriter paradigmatik evrenin bir takipçisi olmayı reddederek kendini bir Zen Budisti gibi bilginin ötesinde, deneyimin bilge cehaletine, esrik atmosferine ve fenomenolojik varsayımsızlığına yerleştirmektedir. İç deney, bilimsel/nesnel bir çalışma olmadığı gibi felsefe de değildir. Çünkü felsefe nihayetinde bir anlatım, çözümleme ve tasarıdır –söz gelimi rüzgarın anlatımı- iç deneyin gerçekleşebilmesi içinse anlatım ve tasarı, bilakis bir engeldir –öyleyse iç deney rüzgarın anlatımı değil rüzgarın kendisini deneyimlemektir. Bataille, iç deneyi şöyle tarif etmektedir:

“ İnsanın olabilirin ucuna yaptığı yolculuğu deney olarak adlandırıyorum. Bu yolculuğu herkes yapamaz, ama yaparsa bu yolculuk, olabiliri sınırlayan şimdiki değerlerin, otoritelerin yadsınmasını öngörür. Diğer değerlerin, diğer otoritelerin yadsınması olgusundan, gerçek varlığa sahip deneyin kendisi kesin olarak değer ve otorite olur.’’ (Giriş)

Orta Çağ uzmanı olan Bataille, Orta Çağ’ın modern dönemle birlikte yargılanması ve değersizleştirilmesine karşı çıkar. İç deney, özellikle Orta Çağ Hıristiyan felsefesinde anahtar bir kavram ve olgudur. Bataille’ın iç deney bağlamında incelediği bazı olgular şunlardır: Erotizm, kurban etme, gülüş, şiddet ve esrime. Modern bilimin gelişmiş tekniği ve genişlemiş bilgisi Bataille’a göre hala birçok insani olguyu, mesela şiddet ve kurban etme edimini, tam manasıyla kavramaktan uzaktadır. Bataille, özetle çalışmalarını yaşam felsefesi üzerine yoğunlaştırmış ve varoluşçu bir izlekte eserler vermiştir.

Bataille’ın çağrışımsal ve karmaşık üslubunun zorluğuyla baş edebilirseniz İç deney kitabında; iç dünyasını şiirsel-deneysel bir çalışmaya nesne kılarak, korku, gülme, felaket, ölüm, yetersizlik, zaman, endişe, yalnızlık, acı, tutku, benlik gibi insan varoluşunun temel fenomenlerini esrik deney/imleri aracılığıyla çözümlemeye çalışan hisseden bir filozof ile karşılaşacaksınız. Kitaptan seçtiğimiz bazı etkileyici cümle ve pasajları doğrudan alıntılar şeklinde, tematik bir akışla, iç deneyinize sunuyoruz.

BEN-LİK

–Benin özü, hiçbir zaman hiçbir şeyin onun yerine geçemeyeceği gerçeğine dayanır.

–Beni, iç daralmasının içinde gözyaşlarına boğulmuş biçimde kavrayabilirim.

–Benin tutkusu, onun içinde yanan aşk, bir nesneyi arar. Ben, ancak kendi dışına çıkarak özgürleşir. Tutkunun nesnesini yarattığımı ve bu nesnenin kendiliğinden var olmadığını bilebilirim.

–Çok sayıda oyunu ve korkunç düşü yöneten tutku, artık hiçbir şey olmama isteği kadar, ben olmanın çılgın isteğidir.

ÖLÜM(LÜLÜK)

–Bu dünyada iki kesin bilgiye sahibiz: Her şey olmadığımız ve ölümlü olduğumuz. Ölümlü olduğumuzun bilincinde olduğumuz gibi her şey olmadığımızın bilincinde olsaydık sorun yoktu. (…) Tin, içinde korku ve esrimenin birleştiği tuhaf bir dünyada deviniyor.

–(…) varlığın kendisi onu içeren ölümün içine fırlatılmıştır.

–Beni öldüren dünyadan beni kurtaran ölüm, aslında bu gerçek dünyayı ölmekte-olan-benin gerçeksizliğinin içine kapatmaktadır.

–Ölüme düşüş kirlidir; sevgililerin içinde soyundukları yalnızlıktan daha başka ağırlıktaki bir yalnızlığın içinde, ölmekte-olan-beni yokluğun çıplaklığına bağlayan olgu çürümenin yaklaşmasıdır.

–Sadece ölüm yaklaşırken söz konusu olanı eksiksiz bileceğim. Kaçışsız bir şekilde ölürken, yapımı oluşturan ve içinde var olanı aşkınlaştırdığım büyük acıyı göreceğim.

–Ölümün halesinde ve sadece orada, ben egemenliğini gerçekleştirir; orada umutsuz bir gereksinmenin arılığı ortaya çıkar; orada ölmekte-olan-benin umudu gerçekleşir (içinde düşün sınırının genişlediği ateşten yanan, baş döndürücü umut).

KORKU, YOKLUK VE GEVEZELİK

–Korkunun budalalığı sonsuzdur. Korkak, korkusunun derinliğine dalmak yerine gevezelik eder, küçülür ve kaçar.

–Korku, yokluktan tiksinmedir.

–Her şeyin unutuluşu. Varoluşun gecesine derin iniş.

Bilgisizliğin sonsuz yakarışı, korkudan boğulmak. Uçurumun üstünde kaymak ve tamamlanmış karanlıkta onun dehşetini hissetmek. Yalnızlığın soğuğunda, insanın sürekli sessizliğinde titremek, umutsuzlanmak.

–Bilgisizlik her şeyden önce korkudur (tedirginliktir). Korkuda kendinden geçirten çıplaklık ortaya çıkar. Ama eğer korku gizlenirse, kendinden geçmenin kendisi (çıplaklık, iletişim) gizlenir.

UMUTSUZLUK

–Sevincin doruğu sevinç değildir, çünkü sevincin içinde onun biteceği anı hissederim ama buna karşılık umutsuzlukta, sadece ölümün gelişini hissederim: Ölüm için korkulu bir istek duyarım ama sadece bir istek ve artık başka bir istek duymam. Umutsuzluk yalındır: Umudun ve her aldatmacanın yokluğudur. Geniş çöllerin ve –onu imgeleyebilirim– güneşin durumudur.

–İnsan varlığı kendini bayağı umutsuzluğa bırakır. Bu durumda insan yaşamı yetersiz, onu kasıntılı çirkinliklere indirgeyen acılar veya yoksunluklar dolayısıyla ezilmiş olarak ortaya çıkar. Dünya ayaklarının altında bir artık gibidir. Üzerindeki gök boştur. Bu boşluğa karşı dik durabilmek için gerekli gururun eksikliğinden dolayı, gözleri toprağa perçinlenmiş olarak dünyaya karşı secdeye kapanır. Ve göğün öldürücü özgürlüğünün korkusu içinde, kendisi ile boş sonsuzluk arasında köle-efendi ilişkisini kabul eder, umutsuzca, kör insan gibi, güldürücü bir reddediş içinde, dehşete düşmüş bir avuntuyu arar.

YARA, ACI VE KURTULUŞ

–Mutlu olma isteğinin anlamı: Acı çekme ve kurtulma isteği. Acı çektiğimde (örneğin dün, romatizma, soğuk algınlığı ve özellikle Yüz yirmi gün’ü okurken hissedilen iç-daralması) küçük mutluluklara bağlanıyorum. Kurtuluş özlemi belki acının artışına yanıt veriyor. Veya daha çok acıya dayanma yetersizliğine. Kurtuluş fikrinin acıdan dağılan kişide oluştuğunu zannediyorum.

–Akıl, tinsel acının boşunalığını gösterir (sevgiliyi reddetmek gerektiğinde şöyle söyler: Zaman acıları yok eder). Yara oradadır, vardır, korkunçtur ve reddeder, uygunluğunu görür ama bu uygunlukta yeni bir korkunçluk görür. Bir yaradan, daha sonra onun iyileşeceğini hissetsem bile daha az acı çekmem.

–Acının içinde aklın, kendi güçsüzlüğünü açığa çıkardığı ve acılara egemen olamadığı doğrudur; acının ulaştığı şiddet derecesi aklın çok az ağırlığı olduğunu gösterir; dahası akla, karışıklığı apaçık olan benin aşırı sertliğini gösterir.

–Acı belki de sadece benin dingin bütünlüğü ile bağdaşmayan bir duyumdur: Dışsal veya içsel bir eylem, karma bir varoluşun düzenini tartışma konusu yapar, beni parçalar ve beni sarartan, bu tehdit edici eylemden duyduğum korkudur. Bir acı zorunlu olarak ölüm tehdidi değildir: Acı, benin, onların varlığına karşın yaşamını sürdüremeyeceği olabilir eylemlerin varlığını ortaya çıkarır, gerçek bir tehdidi [araya] sokmadan ölümü çağrıştırır.

ZAMAN

–Günlük koşullarda zaman, biçimlerin sürekliliği veya öngörülen değişikliklerin içine kapatılmış, yok edilmiştir. Bir düzenin içine yerleştirilmiş devinimler, ölçüler ve eşdeğerlilikler sistemi içinde dondurdukları zamanı durdururlar. Felaket en derin devrimdir – “zıvanadan çıkmış” zamandır: İskelet, içinde aldatıcı varlığının ortaya çıktığı çürümenin çıkışında, felaketin imidir.

–Zaman, gerçek görünen nesnelerin kaçışından başka bir anlama gelmez. Şeylerin özdeksel varoluşunun benim için sadece ölümcül bir anlamı vardır: Bu nesnelerin ısrarlılıkları ben için, ölüm cezasının yerine getirilmesi hazırlıklarına benzetilebilir.

VAROLUŞ

–Varoluş, içinde ateş ve parçalanmaların sarhoşluğa bağlandığı, şarkı söyleyen bir kargaşadır.

–Varoluşumuz, varlığı tamamlamanın azgınlaşmış girişimidir.

Varoluş, içinde ateş ve parçalanmaların sarhoşluğa bağlandığı, şarkı söyleyen bir kargaşadır.

GÜLÜŞ VE KAHKAHA

–Bir kahkaha, bir tiksinti ifadesi, içinde derin yetersizliğimin kendini ele verdiği eksiklikleri, tümceleri, jestleri kabul etmektir.

–Gülüş, girinti çıkıntılardan, aniden oluşan çöküntülerden doğmaktadır. Eğer sandalyeyi çekersem… ciddi bir insanın yeterliliğinin yerine birden son bir yetersizlik ortaya çıkar. Ne olursa olsun, hissedilen başarısızlıktan mutlu olurum. Ve ben de gülerek ciddiliğimi kaybederim. Sanki bu, kendi yeterliliğimin kaygısından kurtulmanın dinginliğidir. (…) Başarısızlığı, benim yeterlilik çabamı lekelemeyen bir kişiliğe… gülüyorum.

–Ortak bir gülüş gerçek bir korkunun yokluğunu varsayar ve buna rağmen korkudan başka bir kaynağı da yoktur. Gülüşü doğuran şey korkunu doğrular. Bu bilinmez büyüklüğün içinde, nereden olduğunu bilmeden, gizemli yalnızlığa terk edilmiş, acının içine batarak yok olmaya mahkûm olmuş biri olarak korkuya kapılmamış olduğun düşünülemez.

–En mutlu gülüş, bir çocuğun neden olduğu gülüştür. Çünkü çocuk büyümek zorundadır ve beni güldüren yetersizliğini, erişkinin yeterliliğinin izleyeceğini biliyorum (bunun için zaman verilmiştir). Çocuk –derin bir huzursuzluk duymadan– yetersizlik uçurumuna eğilmek için bir fırsattır.

DEPRESYON, YETERSİZLİK VE KAÇIŞ

–Uçurum ve depresyonlar aynı boşluktur: Biz olan varlığın boşunalığı. İçimizdeki varlık gizlenir, bizimle buluşamaz çünkü biz varlığı ipse’nin içine hapsediyoruz ve varlık her şeyi kucaklamanın isteği/gerekliliğidir. Ve açık olarak komediyi kavrama olgusu burada hiçbir şeyi değiştirmez. Kaçamaklar (alçakgönüllülük, kendi kendine ölüm, aklın gücüne inanç) sadece daha fazla batmamıza yol açan yollardır.

–Yeterliliği aramak, varlığı herhangi bir noktaya kapatmakla yapılan yanlışla aynıdır: Hiçbir şeyi kapatamayız, sadece yetersizliği buluruz.

–İnsanın yetersizlikten kaçması ve tutkudan vazgeçmesi için hiçbir olanağı yoktur. Kaçma isteği insan olma korkusundan ileri gelmektedir: Bu isteğin iki- yüzlülükten başka bir sonucu yoktur –insanın olmaya cesaret edemediğini olması olgusu (bu anlamda, insan varlığı içimizde sadece embriyon durumundadır, tam anlamıyla insan değiliz).

KENDİ DIŞINA ÇIKMAK

–Senin için yaşamak sadece sende birleşen akımlar ve ışığın kaçıcı oyunları olmayıp aynı zamanda bir varlıktan diğerine, senden benzerine veya benzerinden sana geçen sıcaklık veya ışık dalgalarıdır (hatta beni okuduğun şu andaki sana ulaşan ateşimin yayılması): Sözler, kitaplar, anıtlar, semboller, gülüşler sadece bu bulaşıcılığın, bu geçişlerin yollarıdır.

–Her yalnız varlık, donmuş yalnızlığın yanlışlığını ele veren imgenin yararına kendi dışına çıkar. Kendi dışına bulaşıcılığına açılır, çünkü gülen insanlar birlikte denizin dalgaları gibidir, gülüş sürdüğü sürece artık aralarında bir engel yoktur, iki dalga kadar birbirlerine yakındırlar ama bütünlükleri, suların çalkantısının bütünlüğü kadar belirsiz ve eğretidir.

ANLAM(SIZLIK)

–Her varlık, zannediyorum, yalnız başına varlığın ucuna gidemez. Bunu denerse, sadece kendisi için anlamı olan bir özelin içinde boğulur. Oysa sadece bir kişi için anlam yoktur: Yalnız varlık özeli kendiliğinden dışarı atacaktır, eğer onu özel görürse.

–Eğer benim için yaşamın bir anlamı olmasını istiyorsam, yaşamın başkası için de anlamı olması gerekir; hiç kimse sadece kendisinin göreceği, kendisininkinin dışındaki tüm yaşamın kaçınacağı bir anlamı yaşama vermeye cesaret edemez.

–Yaşam ölümün, ırmaklar denizin ve bilinen bilinmezin içinde kaybolacaktır. Bilgi, bilinmezin girişidir. Anlamsızlık, olabilir her anlamın sonucudur.

SESSİZLİK

–Sessizlik, kalbin hastalıklı temiz sevgisinin içinde verilmiştir. Bir çiçek kokusu anılarla yüklü olduğu zaman, bir anki yumuşaklığının bizi kendisinden kurtaracağı gizin korkusu içinde çiçeği solumayı sürdürürüz: Bu giz içsel, sessiz, kavranamaz ve çıplak bir var olmadan başka bir şey değildir.

–İnanmışlara vaaz vermede, vaazın içinde bir yıkım unsuru vardır. Derin iletişim sessizlik ister.