Psikoterapilerde Rüyalara Yeni Bir Yaklaşım: Fenomenolojik Rüya Benliği Modeli

Kendi psikoterapi pratiğimiz bizi zamanla şu gerçeği görmeye zorlamıştır: Rüyalar da uyanıklık yaşantısı gibi bir yaşantıdır ve bu yaşantının merkezinde de uyanıklıkta olduğu gibi fenomenal bir benlik bulunmaktadır.

Prof. Dr. Hayrettin Kara
Uzm. Psk. Gökhan Özcan

William James’e (1983) göre psikoloji mental yaşamın ve onun fenomenlerinin bilimidir. Konusu mental yaşam olan psikolojinin geleneksel anlamdaki tarihi, insanlığın tarihi kadar eskidir. Modern anlamda ise psikolojinin yüz otuz yıllık bir geçmişi vardır. Ebbinghaus’un (2009) söylediği gibi, “psikoloji uzun bir geçmişe ama kısa bir tarihe sahiptir.” Psikoterapiler için de benzer şeyler söyleyebiliriz. İnsanın mental yaşamındaki sorunları gidermeye yönelik her türlü sözel ve davranışsal çabayı çok genel anlamda terapötik bir girişim olarak kabul edebiliriz. Bu açıdan psikoterapinin tarihi de ilk insanlar arası ilişkinin tarihi kadar eskidir. Bugün psikoterapi derken kastettiğimiz modern psikoterapilerin ise yüz yirmi yıla yakın bir geçmişi vardır (Schultz ve Schultz, 2016).

İster geleneksel isterse modern anlamda olsun psikoloji ve psikoterapi uğraşlarının içinde rüyaların özel bir yeri olagelmiştir. Bizim bugün rüyaların kökenine, anlamına, işlevine dair sorduğumuz soruların benzerlerini binlerce yıl önce yaşamış atalarımız da kendilerine soruyorlardı. Bu açıdan Eski Mısır’dan Uzak Asya’ya, Antik Yunanistan’dan İslam dünyasına tüm kültürlerde rüyalarla yoğun biçimde ilgilenildiğini bilmekteyiz (Bulkeley, 2001). Örneğin insanlığın ilk yazılı metinlerinden olan Gılgamış Destanı şaşırtıcı düzeyde rüya anlatısı ve rüya yorumu içerir. Bu anlatılardan o dönemde yaşamış insanların rüyaların kökenine ve anlamına dair neler düşündüğünü görebiliriz (Gılgamış destanı, 2007). Yine bu anlatılarda psikoterapötik anlamda rüyaların kişinin kendisini, olayları ve geleceği algılayışında nedenli belirleyici olduğunu görebiliriz. İlk izlerini M.Ö. 4000’li yılların Mezopotamya’sında gördüğümüz ve tarih boyunca bütün kültürlerde etkili olmuş Geleneksel Yorumlayıcı Rüya Yaklaşımı’nı bu makalede GYRY olarak adlandıracağız.

GYRY’nin rüyanın kökeni ve yapısına dair üç temel kabulü vardır: Birinci kabul, rüyaların kişisel bilincin dışından kaynaklandığını söyler. İkinci kabule göre rüyaların görünenin ötesinde gizli bir anlamı vardır ve bu anlam sembollerle örtülmüştür. Üçüncü kabul ise rüyanın örtük anlamına ulaşmak için rüyadaki sembollerin yorumlanması gerektiğidir. GYRY’nin bu temel kabulleri modern psikolojideki rüya kuramlarında da büyük ölçüde süregelmiştir. Modern psikoloji 19. yüzyıl sonlarında felsefeden bağımsızlaşarak bir doğa bilimi olma çabası içinde şekillenmiştir. Modern psikoloji şemsiyesi altında çok farklı okullar olmakla beraber başlangıçtan günümüze etkin biçimde süregelen iki okul vardır: davranışçılık ve psikanaliz (Hergenhahn ve Henley, 2009).

Davranışçılık, gözlenebilir bir fenomen olmadıklarını söyleyerek, rüyaları psikolojinin kapsamı dışında görmüştür. Buna karşın psikanaliz ise bir rüya bilimi olarak doğmuştur. Psikanalizin kurucusu Sigmund Freud hem insanın zihinsel yapısının bir açıklaması hem de psikoterapötik bir teknik olarak psikanalizi rüya yaklaşımına dayandırır (Brenner, 1998). Bundan sonra GYRY’nin temel kabullerini biçimsel açıdan PRK olarak adlandıracağımız Psikanalitik Rüya Kuramı’nda da süregittiğini görmek ilginçtir. PRK’da GYRY gibi rüyaların kişisel bilincin dışından kaynaklandığını, rüyaların gizli örtük bir anlamı olduğunu, bu gizli anlamın sembollerle örtüldüğünü ve bu gizli anlama ulaşmak için sembollerin yorumlanması gerektiğini söyler. Bununla birlikte PRK, bilinçdışının yapısı, rüyanın gizli anlamının içeriği ve bu anlama ulaşmanın teknikleri konusunda tümüyle özgün şeyler söyler. PRK’ya göre rüyalar bilinçdışı dürtülerden kaynaklanır. Ama bilinçdışı dürtüler uykuda basitçe yeniden üretilmezler. Bu uyaranlar bir dizi işlemden geçirilerek değiştirilir ve tanınmayacak hale getirilirler. Freud varsaydığı bu sürece “rüya işlemi” der. Dolayısıyla rüyada ortaya çıkan nesne ve olaylar kendileri değil bir başka şeyin yerine geçenleridir. PRK rüyayı bildiğimiz rüyayı, görünen (manifest) rüya diye adlandırır. Bu manifest rüya önemsizdir; zira o aslında o gizlenmeye çalışılan bir bilginin (gizli düş düşünceleri) örtüsünden başka bir şey değildir. PRK’ya göre bu gizli rüya düşüncelerine ancak rüya işlemini geriye doğru işleterek ulaşılabilir. Rüya işlemini geriye doğru işletme sürecine de rüya yorumu ismi verilmektedir (Freud, 2010). Modern psikolojide Freud’dan sonra ikinci büyük rüya kuramcısı Jung’dur. Jung rüyaların anlamsal içeriği ve bu anlama ulaşmak için kullanılan teknikler konusunda Freud’dan ayrılsa da o da Freud gibi GYRY’nin biçimsel kabullerini sürdürür (Bennet, 2006).

Şimdi GYRY’nin temel varsayımlarını ve bu varsayımların psikanalitik rüya kuramındaki karşılıklarını Gılgamış Destanı’ndaki kısa bir rüya üzerinden gösterebiliriz.

“(…) Sonra da uyumak üzere her ikisi de yere uzandı. Gılgamış bir rüya gördü ve Enkidu’yu uyandırarak anlattı:

‘(…) Öyle bir rüya gördüm ki
Kabus gibi korkunç olaylar gördüm.
Dağlarda yabani bir boğa tutmuşum.
Gökyüzü görünmez olana kadar,
Etrafı toza dumana buladı ve bağırdı.
Gücüm kalmadı, ağzım açık kaldı.
Dizimin üstüne düşmüşüm
Birisi kırbasındaki suyla beni serinletti, ayılttı.’
Enkidu dinledikten sonra arkadaşının rüyasını yorumladı:
‘Dostum gördüğün rüya güzeldir.
Kendisine doğru yol aldığımız
Bir yabani boğa değildir
Gördüğün yabani boğa koruyucu Şamaş’tır.’”
(Gılgamış destanı, 2007)

Enkidu arkadaşının rüyasını GYRY’nin temel kabulleri doğrultusunda yorumlar. Modern psikolojinin iki büyük rüya kuramcısı Freud ve Jung’un Gılgamış’ın rüyasına yaklaşma yöntemi Enkidu’nun yönteminden farklı olmayacaktır. Hem Freud hem de Jung tıpkı Enkidu gibi kendilerine aynı soruyu soracaklardı: “Rüyadaki bu boğa neyi sembolize etmektedir?” Sorunun aynı olduğunun fark edilmesi önemlidir. Zira sorunun biçimi, hem yöntemin hem de yöntemin dayandığı bilinç-benlik görüşünün ne olduğunu göstermektedir.

Bu üç yorumcu, yorumlarında temelde aynı kabule, yani “rüyaların bilinç ötesi bir gerçekliğin sembolik anlatımı olduğu” kabulüne dayanırlar. Fark, bu sembollere atfettikleri anlamda ortaya çıkar. Örneğin Freud’un tüm rüya görüngülerini bilinçdışı cinsel dürtülerin sembolik çarpıtmaları olarak düşündüğünü biliyoruz (Freud, 1998). Dolayısıyla Gılgamış’ın rüyasında azgın bir boğayı tutmasını Enkidu’ya ilişkin cinsel arzularının bir anlatımı olduğunu söylemesi hiç şaşırtıcı olmaz. Jung ise aynı Gılgamış’ın rüyasındaki boğanın arketipsel canavar imgesinin karşılığı olduğunu söyleyecektir.

Bu kabuller modern psikoterapilerdeki rüya çalışmalarının yönünü büyük ölçüde belirlemiştir. Bu kabuller dikkat çekicidir zira terapiste kuramsal inanışları doğrultusunda her rüyayı istediği biçimde yorumlayabilme imkanı sunar. Oysa bu yorumlamalarla yapılan şey danışanın fenomenal öznel gerçekliğinden uzaklaşmaktır. Bu kabuller modern psikolojideki rüya yaklaşımlarının tümüyle spekülatif, gizemli, çelişik bir yapıya bürünmesine neden olmuştur. Bu da özellikle genç terapistlerin psikoterapilerde rüyalarla çalışmaktan kaçınmalarına yol açmaktadır (Yalom, 2002). Zamanla bu kabullerin oluşturduğu sorunlar bir ölçüde fark edilmeye başlanmış ve çağdaş psikoterapistler bu sorunları aşmaya yönelik yeni yaklaşımlar önermişlerdir (Fosshage, 2007; Hartmann, 2010; Hill ve Rochlen, 2004). Çok farklı çıkışları olmakla birlikte bu yeni yaklaşımların ortak özelliği rüyanın fenomenolojik yapısına daha çok odaklanmalarıdır ki bu olumlu bir gelişmedir. Bununla birlikte bu yaklaşımlarda rüyalar hala bir ölçüde bilinçdışı kavramı üzerinden açıklanmaya çalışılmaktadır.

Kendi psikoterapi pratiğimiz bizi zamanla şu gerçeği görmeye zorlamıştır: Rüyalar da uyanıklık yaşantısı gibi bir yaşantıdır ve bu yaşantının merkezinde de uyanıklıkta olduğu gibi fenomenal bir benlik bulunmaktadır (Kara ve Selvi, 2017). Bu görü, bizim rüyalara ilişkin hem kuramsal yaklaşımımızın hem de pratiğimizin radikal biçimde değişmesine yol açmıştır. Deneyimlerimizden ortaya çıkan görü ve farkındalıkları adlandırmak ve yapılandırmak istediğimizde fenomenolojik felsefenin bizim tecrübelerimizle çok fazla örtüştüğünü gördük. Bizler öncelikle fenomenolojik düşünce geleneğini inceleyip bu düşünceyi rüya çalışmalarına aktarmaya çalışmadık. Bilakis deneyimlerimizde ortaya çıkan farkındalıkları bir bağlama yerleştirmek istediğimizde fenomenolojik düşünce ile buluştuk. Rüya benliğini merkeze alarak yaptığımız rüya çalışmalarını modelledik ve bu modeli Fenomenolojik Rüya Benliği Modeli (FRBM) olarak adlandırdık. Şimdi bu modelin merkezindeki rüya benliği ile neyi kastettiğimizi paylaşmak istiyoruz.

Yaşantı, Benlik ve Rüya Benliği

Gündelik olağan yaşantımızın içinde deneyimlerimizin kendi deneyimlerimiz olduğu konusunda hiçbirimiz şüpheye düşmeyiz. Uyanıklık yaşantılarımızda kendilik bilinci içinde kendimizizdir. Uyanıklık yaşantılarımızın bu apaçıklığına karşın rüyalar konusunda kafamız karışıktır. Rüyalar ilk elde bize uyanıklık yaşantılarımızdan tümüyle farklı, açık olmayan ya da gizemli fenomenler gibi görünür. Hem geleneksel hem de modern düşüncenin rüyaların bilinçdışı kökenli olduğunu söylemeleri, bir tanımlama yaparak bu kafa karışıklığını azaltma girişimi gibi görülebilir. Ama bu, gerçekte karışıklığı azaltmaz ve rüyaların fenomenal gerçeğinden uzaklaşmamıza yol açar. Çünkü bilinçdışı atfı rüyaların kendimize ait olmadığını ya da rüyalarda kendimiz olmadığımızı ima eder. O zaman rüyaları bir mahzene kapatılmış imgeler yığını ya da bir yansımalar demeti gibi görme eğilimi içinde oluruz. Bize göre modern psikolojinin en önemli yanılgılarından biri rüyaların bilinçdışı kavramı olmaksızın açıklanamayacağı düşüncesidir. Jung’un (2014) bilinçdışı olmaksızın rüyaların ancak bir “ludus natura’’ olacağını söylemesi bu yanılgının tipik bir örneğidir. Oysa rüyalar da uyanıklık yaşantıları gibi kendi deneyimlerimizdir. Uyanıklık yaşantılarının içinde kendimiz olduğumuz gibi rüya yaşantılarının içinde de kendimizizdir. Rüyaların da bir yaşantı olduğunu anlamanın yolu rüyalarda da bir benliğin olduğunu görebilmekten geçer.

Daha önceki bir makalemizde, uyanıklık yaşantısındaki benliğin temel fenomenal niteliklerini şöyle belirlemiştik: bir anda olmak, bir yerde olmak, yönelmişlik içinde olmak, algılık içinde olmak, hissedişlik içinde olmak (Kara ve Selvi, 2017). O zaman cevabını aramamız gereken soru, rüyalarda da bir benliğin olup olmadığı, eğer varsa bu benliğin temel fenomenolojik niteliklerinin uyanıklıktaki benliğe benzeyip benzemediğidir. Rüyalar üzerine yapılacak fenomenolojik bir çalışma bize rüyalarda da uyanıklıkta olduğu gibi bilinç üzerinden erişilebilir bir benlik olduğunu gösterecektir. Bu rüya benliği uyanıklık benliği gibi bir andadır, bir yerdedir, bir algılılık, hissedişlik içindedir. Bu rüya benliği yine uyanıklık benliği gibi her zaman bir nesneye yönelmişlik içindedir. Rüyalara bu fenomenal benlik üzerinden yaklaşmak bilincin ve öznelliğin daha iyi anlaşılmasına önemli katkılar sağlayabilir. Bizim için daha da önemli olan, rüyaları fenomenal benlik üzerinden kavramak psikoterapide rüyalarla daha etkin, daha kolay daha anlaşılır biçimde çalışılabilmesini mümkün kılar.

Eğer rüyalar bir benliğin yaşantıları ise, yaşantıyı anlamanın en güvenilir yolu yaşantıyı ne ise o olarak betimlemektir. Bizim açımızdan fenomenolojinin önemi yaşantıyı betimlemenin bir yöntemini vermesidir. Bu bağlamda şimdi fenomenolojik düşünce ve fenomenolojik düşüncenin psikolojideki karşılıklarını özetlemek istiyoruz.

Fenomenoloji, Fenomenolojik Psikoloji/Psikoterapi ve Fenomenolojik Rüya Çalışmaları

Fenomenoloji, betimleyici bir psikolog olan F. Brentano’nun öğrencisi Husserl tarafından başlatılan bir düşünce geleneğidir. Fenomenoloji, deneyimlerimizin ötesine giden araştırma türlerine karşıt olarak, doğrudan deneyimlerimize verileni (fenomeni) betimlemeyi ve “şeylerin kendisine geri dönmeyi’’ amaçlayan bir araştırma türüdür (Husserl, 2010).

Her ne kadar fenomenoloji geleneği, kendi içerisinde alt metodolojilere ayrılsa da türü fark etmeksizin bir fenomenolojik çalışmanın olmazsa olmaz bazı ön kabulleri bulunmaktadır. Fenomenolojik bir çalışma en temelde insan deneyimini başlı başına bir konu olarak ele alır; yorumlama ve nedensellikten ziyade açıklama ve ilişkilere odaklanır; deneyimin içerisinde anlamın açığa çıkma biçimi ile ilgilenir; varsayım ve teorik spekülasyonları değil fenomeni, özne-nesne ayrımını değil öznenin bilinçliliğini ve yönelimselliğini esas alır (Langridge, 2007).

Her felsefi ya da psikolojik teorinin olduğu gibi fenomenolojinin de bazı temel ilke ve yöntemleri vardır. İlk olarak yönelimsellik kavramının fenomenolojinin göbeğinde yer aldığını söylemek yanlış olmayacaktır. Fenomenolojik bir çalışmada iç-dış ayrımı önemsenmez özne daha ziyade dünya ile sarmaş dolaş olarak kabul edilirken, öznenin bir fikre, nesneye, kişiye bilinçliliği ile yönelişi dikkate alınır (Lyotard, 2007). Bir kişinin yönelimselliği epoché (ayraç içine alma) ismindeki bir yöntemle ele alınmaktadır. Epoché, araştırmacının dogmatik, teorik tüm varsayımlarını askıya almasını ve etkisiz kılmasını, ardından deneyime ilişkin ifadeleri olduğu gibi ele almasını mümkün kılmaya dönük bir çabadır (Gallagher ve Zahavi, 2008; Spinelli, 2005; Zahavi, 2003). Amaç, araştırmacıyı dogmatizmden kurtarmak ve deneyimin bilişsel, anlam kazandırıcı yönüyle ilgili farkındalığı sağlamaktır (Creswell, 2013; Moustakas, 1994).

Fenomenoloji bir felsefi disiplin olarak doğmuş, daha sonra psikolojinin deneysel ve terapötik alanlarını etkilemiştir. Fenomenoloji, fenomenolojik psikoloji ve Husserl’in görüşleri ile tutarlı bir şekilde insan deneyimlerinin psikolojik yönünü açığa çıkartmayı hedefleyen nitel bir araştırma türü haline gelmiştir (Giorgi, 1997).

Fenomenoloji, psikoloji içerisindeki kullanımında betimsel (descriptive) ve yorumsayıcı (hermeneutic) metodoloji olarak iki kategoride değerlendirilmektedir. Betimsel metodoloji Husserl geleneğini, yorumsayıcı metodoloji ise Heidegger geleneğini takip etmektedir (Finley, 2011). Betimsel tür ile yorumsayıcı tür arasındaki önemli bazı temel farklar şunlardır: Betimsel tür kendisine sunulan verinin ötesine gitmez. Betimsel araştırmacı, yorumsayıcı bir araştırmacının tespit ettiği aynı belirsizlikleri görebilmektedir ancak veriyi açıklığa kavuşturmak için veriden elde etmediği bir yorumu veriye eklemez. Yorumsayıcı bir açıklama genellikle tam bir yorum için çabalar, betimsel bir açıklama ise noksan olabilir (Giorgi, 2009).

Fenomenolojinin psikoterapi kuram ve pratiğine entegrasyonunda varoluşçu felsefe/psikoterapi akımı oldukça etkili olmuştur. Danimarkalı filozof Kierkegaard, Heidegger ve Husserl’i etkilemiş, Alman filozof Heidegger, Husserl’in fenomenolojisini kendine has tarzıyla geliştirmiş, İsviçreli bir psikiyatrist olan Ludwig Binswanger ve Boss ise Heidegger’in fenomenolojisini, psikolojinin varoluşsal fenomenolojik paradigması haline getirerek psikoterapiye aktarmıştır (Hanscomb, 2006; Lubisi, 2002; Young, 2010). Fenomenolojik psikoterapinin kendine özgü yönü, bir deneyim üzerine çalışırken ön kabulleri ve teorileri (psikanalizdeki bilinçdışı kabulü gibi) dışarıda tutarak bireylerin yaşamlarını nasıl algıladıklarını betimleyerek açığa çıkartması ve bilince getirmesidir. Yine de klinik psikoloji ve psikoterapide saf bir Husserlci fenomenoloji kullanılması zordur çünkü klinisyenlerin her zaman diğer insanlarla ilişki kurmak ve etkileşimde bulunmak zorunda olmaları fenomenolojik psikoterapinin varoluşçu psikoterapiden tam olarak ayırt edilmesini güçleştirmektedir (Moreira, 2001; Owen, 2006).

Fenomenolojik psikoterapi, felsefe disiplini olan fenomenolojinin teorik altyapısından ilham almaktadır. İlk olarak, fenomenolojik psikoterapide danışanın yönelimselliği oldukça önemlidir. Yönelimsellik, danışanın bilinç akışı halindeyken sabit kalan yaşantılayan benliğindeki nesnelere yönelik niyetliliğidir. Yaşantı, yönelimselliğin özünde yer alır. Yaşantı temelde bir hissediştir; fakat bu sadece duygulanım demek değildir. Hissediş, danışanın algılıyor olduğunu, düşünüyor olduğunu da hissetmesi anlamına gelmekte, günlük kullanımın ötesinde daha sofistike bir hale göndermede bulunmaktadır (Kara, 2017).

İkinci olarak psikoterapide sürecin motoru betimlemedir. Anlam, bu betimlemenin sonucunda ortaya çıkar ve bu da yeni anlam ve anlayışların gelişmesine vesile olur. Üçüncü olarak, psikoterapide fenomenolojik indirgeme, psikoterapistin danışan ile kurduğu ilişkide, kendi deneyimlerini, varsayımlarını, psikopatoloji ve teorik birikimini ayraç içine alması ve danışanın dünya ile kurduğu ilişkinin bilinç düzeyinde bazı temalarını açığa çıkartması gerektiğini işaret etmektedir (Moreira, 2009; Owen, 2007). Psikoterapide fenomenolojik yönelim, görüldüğü üzere danışan ile terapötik ilişki kurabilmenin asgari olanaklarını inşa etmektedir. Biyolojik ve nörolojik alanlar da dahil olmak üzere psikoterapi ve ruh sağlığı uygulamalarında zemin teorisini ve pratiğini oluşturan fenomenolojik yöntem olmaksızın iletişim kurma ve işbirliği yapma becerisi zayıf kalacaktır (Owen, 2015).

Psikoterapide fenomenolojik rüya çalışmalarının seyrine bakıldığında, fenomenolojik tutumun çok farklı türlerine rastlanılmaktadır. Psikoterapideki rüya çalışmalarının en genel anlamda bilinçdışı merkezli bakıştan uzaklaşıp fenomenolojik bakışa doğru doğru evrildiğini söyleyebiliriz. Bu evrilmenin ilk ipuçlarını psikanalizin ilk döneminde bile görmek mümkündür. Örneğin C. G. Jung’un bilinçdışı kavramına sıkı sıkıya bağlı kalmasına karşın, kuramında zaman içerisinde rüyanın görünür içeriğinin önemine yaptığı vurgu ve serbest çağrışım yerine amplifikasyon yöntemini kullanması fenomenolojiye doğru bir devinimdir. Daha sonraki psikanalitik kökenli terapistlerin rüyanın görünür içeriğinde kalma ve rüyadaki benlik durumlarını inceleme çabaları da onları giderek fenomenolojik bakışa yaklaştırmıştır. Fritz Perls, Miriam Polster gibi Gestalt terapistlerinin rüyada görülen fenomenleri önemsemeleri, her bir fenomenin rüya görenin kişiliğinin bir parçası olduğunu ve bu parçaların entegre olmaları gerektiğini düşünmeleri de yine fenomenolojik bakışa doğru bir devinimdir (Hill ve Knox, 2010). Bütün bu gelişmeler bir yana pikoterapide fenomenoloji rüya çalışmalarının öncüsü olarak İsviçreli psikiyatrist Medard Boss’u kabul edebiliriz. Boss, Jung’un rüyalara getirdiği arketipal yorumları reddetmiş, aktüel uyanık yaşamı önemsemiş ve intrapsişik değil, etkileşimsel bir çalışma önermiştir (Gendlin, 1977; Montenegro, 2015). Stern ve Craig, fenomenolojik rüya görüşünü varoluşçu-fenomenolojik bir eksende zenginleştirmeye devam etmiştir (Craig ve Walsh, 1993).

Fenomenolojik Rüya Benliği Modeli

FRBM dört aşamalı bir modeldir. Bu model doğrultusunda rüya çalışmasının ilk aşamasında rüya benliğinin yaşantısı herhangi bir yoruma izin verilmeksizin yalnızca hissedişleri, yönelimleri, davranışları açısından betimlenir. İkinci aşamada rüya yaşantısına benzer durumlarda uyanıklık benliğinin yaşantılarının nasıl olduğu ya da nasıl olabileceği betimlenir. Üçüncü aşamada rüya ve uyanıklık benlikleri ilk iki aşamadaki betimleme bilgileri üzerinden karşılaştırılır. Dördüncü aşamada ilk aşamadaki betimleme ve danışanın yaşam hikayesi esas alınarak rüya yaşantısının yeni ve farklı anlam katmanlarının olanakları araştırılır. Model ilk üç aşamada terapistten fenomenolojik betimleyici tutumdan ayrılmamasını ister. Dördüncü aşamada ise fenomenolojik yorumlayıcı bir tutuma izin verir. Bu dört aşamanın ayrıntılı açıklamasına geçmeden önce hazırlık evresinden söz etmek istiyoruz.

FRBM ile bir rüyayı çalışmaya başlamadan önce terapist danışanın rüyalara ilişkin kabullerini, inançlarını dinlemeli ve modelin temel kabullerini danışanına aktarmalıdır. Bu hazırlık evresinin amacı terapistle danışan arasında rüyalara ilişkin bir ölçüde uzlaşı sağlamaktır. Danışanların rüyalara ilişkin görüşleri bir spektrum içinde dağılır. Spektrumun bir ucunda rüyaların tümüyle anlamsız ve saçma olduğu düşüncesi vardır. Diğer uçta ise rüyaların sembollerle örtülmüş, kesin, belirli bir anlamı olduğu inanışı yer alır. Bu uç aynı zamanda rüyaların gelecekten haber verdiğine inanmayı da kapsar. Biz danışanlarımızın rüyalara ilişkin görüşlerini eleştirmeyiz. Bunun yerine rüyalara ilişkin açık bir gerçeğe dikkat çekeriz. Bu açık gerçek şudur: Rüya bir yaşantıdır ve rüya yaşantısında da tıpkı uyanıklık yaşantılarında da olduğu gibi kendimizizdir. Bu farkındalığın oluşturulması FRBM ile rüya çalışmasının ön şartıdır. Zira bu farkındalık kişilerin rüyalarında olaylar ve nesneler yerine kendilerine yönelmelerini sağlar. FRBM ile çalışan terapistler danışanlarında bu farkındalığı oluşturmak için kendi kişisel tarzlarıyla uyumlu farklı yollar denerler. Bununla beraber anlattığı herhangi bir rüya üzerinden danışana sorulan bazı sorular çoğu zaman bu farkındalığın hızlı bir şekilde oluşmasını sağlar. Örneğin “Şu anda ikimiz bir terapi seansındayız ve ikimiz de kendimizi kendimiz olarak biliyor ve hissediyoruz. Peki, rüyada da şu anda hissettiğin gibi kendini kendin olarak hissediyor muydun?” Ya da danışana ismiyle hitap ederek: “Ahmet olmaklık açısından şu anda görüştüğüm Ahmet ile rüyadaki Ahmet arasında bir fark var mı?” Bu tür sorulara çoğu danışan “Evet, rüyada da kendimdim” ya da “Kendim olmaklık açısından bir fark yoktu” diye cevap verirler. Fark olduğunu söyleyenler rüyalarında şu anki yaş ya da görünümlerinde olmadıkları, farklı aile üyelerine/arkadaşlara sahip oldukları ya da hiç davranmayacakları şeklinde davrandıkları yönünde cevaplar verirler. Bu tarzda cevap veren danışanlara, aslında kastettiğimiz şeyin bu tür farklılıklar olmadığını; en temeldeki kendilik algımızın aynı olup olmadığını sorguladığımızı söyleriz. Bu hazırlık aşamasında danışanlarımızın büyük bölümüyle, biçim ve içerik farklılığına rağmen, rüyalarda da kendimiz olduğumuz konusunda uzlaşırız. Tam bir uzlaşı oluşturamadığımız danışanlarımıza da bize biraz zaman tanımalarını, bu modelle çalıştıkça düşüncelerinin değişebileceğini söyleriz. Böyle bir uzlaşma evresinden sonra danışanın seansa getirdiği bir rüya dört aşamalı olarak çalışılmaya başlanır.

1. Aşama: Rüya Benliğinin Yaşantısının Fenomenolojik Olarak Betimlenmesi

Bu aşamanın amacı, rüya yaşantısının merkezindeki benliğin hissediş, yönelim, algı, düşünce ve eylemlerinin hatırlanabilen tüm ayrıntılarıyla açığa çıkarılmasıdır. Temel ilke, rüya yaşantısında var olan her şeyin olabildiğince açığa çıkarılıp berraklaştırılması ve rüya yaşantısında olmayan hiçbir şeyin rüyaya ilave edilmemesidir. Bunun için danışandan rüya anlatımı boyunca uyanıklık benliğini askıya alması ve tümüyle rüya benliğinin yaşantısı içinde kalması istenir. Zira bize göre rüya, uyanıklık benliğinin gördüğü değil rüya benliğinin yaşadığıdır. Danışanın uyanıklık benliğini askıya alması yanında terapist de rüyalara ilişkin tüm kendi düşüncelerini, kuramlarını, inançlarını askıya almalı ve kesinlikle rüyayı yorumlamaya teşebbüs etmemelidir.

Rüya yazılı olarak kaydedilmişse danışan tarafından okunur, sesli olarak kaydedilmişse danışan ve terapist tarafından birlikte dinlenir. Danışanlar rüyalarını çoğu zaman olay ve nesne odaklı kaydederler ve bu da kayıtlarda rüya benliğinin hissedişlerinin, yönelimlerinin sıklıkla atlanmasına yol açar. Bir kez dinledikten sonra terapist ilk sahnesinden itibaren rüyanın her aşamasına ilişkin rüya benliğinin hissedişlerini, düşüncelerini, yönelimlerini dikkatli biçimde soruşturur. Böyle dikkatli bir soruşturmada aslında rüya yaşantısında var olan ama kaydederken atlanmış birçok hissediş açığa çıkar.

İlk aşamanın sonunda elimizde rüya yaşantısının ne ise o olarak, saf betimlemesi kalır. Görüleceği gibi bizim bu aşamadaki çalışmamız fenomenolojideki şeylerin kendisine dönme hedefine ve bu hedefe ulaşmak için kullanılan epoché yöntemine çok benzer. İlk aşamanın onunda elde ettiğimiz rüya yaşantının bu saf betimlemesi tüm rüya çalışmasının anahtarıdır. Bu aşamada terapist, yukarıda bahsettiğimiz üzere, yoruma yer vermeyen betimsel fenomenolojik bir tutum içerisinde kalmaya çalışır. Diğer aşamalara geçmeden sadece bu yalınlaştırıcı çalışma sonunda bile birçok danışan saçma, anlamsız olduğunu düşündükleri rüyaların anlamlı hale geldiğini fark ederler. Bu bizim beklediğimiz bir şeydir. Zira saçmalık, anlamsızlık ya da semboliklik, rüya benliğinin değil uyanıklık benliğinin yargılarıdır. Uyanıklık benliği askıya alındığında, rüya yaşantısının anlamı saf betimleme içinde çoğu zaman kendiliğinden ortaya çıkar.

Son bölümde FRBM ile örnek bir rüya çalışmasını paylaşacağız. Bununla beraber bu bölümde de aşamaları kısa bir rüya üzerinden anlatmanın anlaşılmamızı kolaylaştıracağını düşünüyoruz.

Yaşadığı ilişki sorunları için terapiye gelen, eşinin kendisini aldattığını ve boşanmanın eşiğinde olduğunu, artık eşine karşı ne hissettiğini bilmediğini söyleyen genç bir kadın danışanla terapötik süreç boyunca düzenli olarak FRBM ile rüya çalışmaları yapıldı. Bu danışanın seanslara getirdiği rüya yaşantılarının önemli bir kısmı ilişki sorunlarıyla ilgiliydi. Danışanın kısa rüyalarından birisi şöyleydi:

“Eşimle birlikte caddede yürüyorduk. Birden köşede eşimle ilişkisi olan kadını gördüm ve bizi takip ettiğini anladım. Eşime kadını gösterdim. Eşim ‘Ben zaten biliyordum, aldırma’ dedi. Yürümeye devam ettik.”

Bu rüyayı üç sahneye ayırdık. İlk olarak eşiyle yürüdüğü ana odaklanmasını istedik ve hatırlayabildiği tüm düşünce ve hissedişleri sorduk. “Eşimle yürürken her şey doğaldı, oldukça mutluydum. Eşime karşı bir kızgınlığım, öfkem yoktu” dedi. İkinci olarak diğer kadını gördüğü andaki yaşantısını betimlemesini istedik: “Onu gördüğüm anda kendimi çok kötü hissettim kalbim duracak, boğulacak gibiydim.” Üçüncü olarak da eşine söylediği an ve sonrasına dair hatırlayabildiği tüm yaşantısal ayrıntıları istedik: “Söylerken öfkeliydim. Eşim, ‘Boşver, önemseme. Ben zaten biliyordum’ dedi. ‘Ben biliyordum’ demesi, ‘Ben önemsemiyorum’ anlamındaydı. Benim üzülmemi istemediğini, beni seviyor olduğunu hissettim. Eşimin tepki biçimi beni rahatlattı, onu sevdiğimi hissediyordum ve yürümeye devam ettik.” Görüldüğü gibi fenomenolojik çalışma yapıldığında danışanın rüya benliğinin eşiyle ilişkisi açısından çok önemli olan ama rüya kaydında belirtilmemiş birçok hissediş açığa çıkmış oldu.

2. Aşama: Uyanıklık Benliğinin Yaşantılarının Betimlenmesi

Bu aşamanın amacı rüya yaşantısındakine benzer bir durumda uyanıklık benliğinin algı, hissediş ve davranışlarının nasıl olacağının açığa çıkartılmasıdır. Bunun için danışandan rüya yaşantısına benzer bir durumu uyanıklıkta yaşantıladığını tasavvur etmesi ve bu durumda neler hissedeceğini ve nasıl davranacağını öngörmesi ya da danışan rüya yaşantısına benzer şeyleri uyanıklıkta yaşamışsa o yaşantıların betimlenmesi istenir. Birçok rüyada rüya yaşantısının benzerini uyanıklık yaşantısında tasavvur etmek kolaydır. Bilindiği gibi uyanıklık yaşantıları üç boyutlu bir uzam, ileriye doğru akan bir zaman ve nedensellik ilkesi ile çerçevelenmiştir. Rüya yaşantıları ise kolayca bu çerçevenin dışına taşabilir. Bu açıdan bazı rüyaları uyanıklık yaşantısında tasavvur etmek danışan için ilk elde saçma ya da zor olabilir. Bununla beraber FRBM, rüya yaşantısındaki olay ve nesneler yerine, rüya benliğinin hissediş ve yönelimlerine odaklandığı için bu tür rüyalarla ikinci aşamada çalışmak göründüğü kadar zor olmaz. Bu açıdan yukarıdaki rüya, ikinci aşamada kolay tasavvur edilebilecek rüyalardandır. Bu aşamada sözü geçen danışan tam böyle olmasa da zaten eşiyle buna benzer yaşantıları olduğunu, mesela telefonundaki bir mesaj üzerine nasıl tartıştığını, neler hissettiğini anlattı: “Bu konu her gündeme geldiğinde sürekli boşanmaya odaklanıyorum, zaten konuyu paylaştığım arkadaşlarım da hep ayrılmamı telkin ediyorlar” dedi. Rüyadaki yaşantıyı uyanıklıkta yaşadığını tasavvur etmesini istediğimizde de “Caddede eşimle yürüyorken o kadınla karşılaşacağım ve o kadının bizi takip ettiğini ve eşimin de bunu biliyor olduğunu biliyor olacağım… Asla rüyadaki gibi davranmazdım. Eşime öfkeyle bağırır, hakaret eder, oradan uzaklaşır ve zaten hep düşünüyor olduğum boşanma konusunda kesin kararlı olurdum.”

3. Aşama: Rüya ve Uyanıklık Benliklerinin İlk İki Aşamadaki Betimleme Bilgileri/Verileri Üzerinden Karşılaştırılması

İlk iki aşamanın sonunda danışanın hem rüya benliğinin hem de uyanıklık benliğinin hissediş, yönelim

Üçüncü aşamada yapılması gereken ise bu iki benlik durumunu karşılaştırmaktır. Bazen iki benliğin yönelimleri örtüşür bazen de iki benlik arasında bariz bir açı farkı ortaya çıkar. Özellikle açı farkının bulunduğu durumlarda terapist karşılaştırmaya ilişkin herhangi bir şey söylemeden bile birçok danışan içsel olarak bu karşılaştırmayı yapar. Bu beklenen bir durumdur zira benzer durumlarda farklı hissedişlere ve davranışlara sahip olduğunu görmek her insan için doğal olarak şaşırtıcı ve dikkat çekicidir. Bu açı farkı rüyaların içeriğine bağlı olarak zaman zaman danışanları duygusal açıdan zorlayabilir. Ama her iki yaşantı da kendisine aittir ve bu fark üzerine çalışmak benliğinin temel yönelimlerini keşfetmesi ya da yeniden oluşturması açısından çok yararlıdır. FRBM ile çalışan terapistin amacı danışanına yeni bir şey söylemek değil ona kendi sesini duyurmaya çalışmaktır. Açı farkının ortaya çıktığı durumlarda danışan kendisine uyanıklıkta söylemediği ya da duymak istemediği bir şeyi söylemektedir.

Yukarıdaki rüya çalışmasında danışanımızın uyanıklık benliği ile rüya benliği arasında belirgin bir açı farkı ortaya çıkmıştır. Uyanıklık benliği eşine karşı öfkeli, güvensiz, sevgisi konusunda emin değil ve ilişkilerinin geleceğine dair umutsuz. Buna karşın rüya benliği eşini sevdiğini hissediyor; ona karşı daha yumuşak, daha az tepkili ve 2sorunlara karşın onunla beraber yürümeye istekli. Bu, danışanın kendi kendisine uyanıklıktaki düşünce, karar ve tutumlarını gözden geçirmesi gerektiğini söyleyen bir rüya.

Bu ve diğer rüya çalışmaları danışanda kendisiyle ilgili yeni bir farkındalığın oluşmasını sağladı. Çevresinin telkinlerine karşın boşanma kararını askıya almanın daha doğru olacağını düşündü ve zaman içinde eşiyle ilişkilerinin giderek düzeldiğini gözlemledi. Bu kısa rüya örneğini aşamaların nasıl çalışılacağını açımlamak için verdik. Yoksa bu terapötik bir sürecin kesitsel de olsa aktarımı değildir.

4. Aşama: İlk Aşamadaki Betimleme ve Danışanın Yaşam Hikayesi Esas Alınarak Rüya Yaşantısının Yeni ve Farklı Anlam Katmanlarının Olanaklarının Araştırılması

Bu aşama, modelin yorumlamaya görece izin verdiği aşamadır. Ama bu yorumlama her zaman rüya yaşantısının fenomenolojik yapısından uzaklaşmadan yapılmalıdır. Birçok rüya için FRBM’nin ilk üç aşaması terapötik çalışma için yeterli olur. Özellikle metaforik ve sembolik öğelerin baskın olduğu rüyalarda dördüncü aşamanın çalışılması önem kazanır. Bizim için metafor ve semboller bir şeyi gizlemenin değil; tam tersine açığa vurabilmenin, anlatabilmenin araçlardır. O zaman danışana şu soruyu sormak anlamlı hale gelir: “Bu rüya senin hayatında nelere karşılık geliyor olabilir?” Bu soru merkezinde danışan, rüyasında anlamları ilk elde açık olmayan yaşantı, olay ve nesnelerin kendi hayatındaki nelerin anlatımı olabileceğini bulmaya, anlamaya çalışır. Terapistin bu aşamada yorumsayıcı bir fenomenolojik tutuma sahip olması mümkündür. Böylece dördüncü aşama rüyayla ilgili terapistin de bu soru ekseninde yorum yapmasına izin verir. Ancak daha önce vurgulandığı gibi, bu yorum da her halükarda birinci aşamadaki betimlemeden yola çıkılarak yapılmalıdır. Örneğin yukarıda aktardığımız kısa rüya için böyle bir soru çok gerekli görünmez. Zira bahsi geçen rüyanın, danışanın eşiyle ilgili sorunların farklı bir düzeyde yeniden yaşantılanması olduğu çok açıktır.

Örnek Bir Çalışma

Yirmi bir yaşında bir üniversite öğrencisi olan Bay F.’nin yardım arayışının nedeni bezginlik, anlamsızlık, amaçsızlık, isteksizlik gibi yakınmalardı. Uzun süredir gördüğü kabuslardan dolayı uykusunun sürekli bölündüğünden ve sabahları yorgun kalktığından yakınıyordu. DSM ölçütlerine göre klinik olarak depresyon tablosu içindeydi ve klinisyen kendisi için farmakolojik tedavi ile birlikte terapötik çalışmanın en uygun seçenek olduğunu belirtti. Bay F. ise ilaç kullanmak istemediğini buna karşılık rüya çalışmalarını da içeren bir terapi için istekli olduğunu söyledi. Her seansa birçok rüya kaydı ile geldi ve seansların hatırı sayılır bir bölümü FRBM ile rüya çalışmalarına ayrıldı. Şimdi bu genç danışanla son yapılan rüya çalışmalarından birisi aktarılacaktır. Bay F.’nin okuyarak paylaştığı rüya kaydı şöyleydi:

“Rüyamda denizin üstünde turistik amaçla yapılmış bir platformdaydım. Bu platformlar üç dört metre derinlikteki zemine zincirlerle bağlıydı. Her zincirin bağlandığı yerin yanında aşağıya doğru giden çukurlar vardı. Turistler denizin dibinde bulunan uzun yılanları kuyruklarından tutup bu deliklere atarak eğleniyorlardı. Kendimi bir anda suyun içinde buluverdim. Sağ tarafımda aşağıda yılanlar bekliyordu. Sol tarafımda ise ileride suyun dibinde siyah-beyaz renklerde zehirli ve beni dehşete düşüren müren balığına benzeyen büyük bir balık vardı. Yılanlara oldukça yakındım ve korkuyordum sonra yerde yatan yılanların bana doğru döndüklerini ve yavaş yavaş üstüme doğru gelmeye başladıklarını gördüm. Yılanlardan yukarıya platforma kaçmak için sola doğru yüzmeye başladım. Bununla beraber çok fazla sola yaklaşmamaya da gayret ediyordum çünkü oradaki müren balığı beni dehşete düşürüyordu. Yılanlara bakarak sola yüzerken (sağıma dönük sola yüzerken) korkum giderek artıyor korkum arttıkça yılanların hızı da artıyordu. Sol taraftaki mürene çok mu yanaştım diye döndüğüm an müren suratıma atladı. Bağırarak uyandım.”

FRBM ile rüya çalışmasının ilk aşamasına geçmeden önce terapistin danışanına rüyasına ilişkin uyandıktan sonraki ilk düşünce ve hislerini sorması yararlıdır.

Örneğin:

Terapist: Uyandığında rüya ile ilgili ilk düşünce ve hislerin nelerdi? Rüyanın bir anlamı var mıydı?

Bay F: Bana çok fazla bir anlamı varmış gibi gelmedi ama dehşet duygusu yoğundu. Uyandıktan sonra bir süre daha o son anın ürpertisini yaşadım.

FRBM ilk aşamada bizden rüya yaşantısının fenomenal yapısının “ne ise o olarak” açığa çıkarılmasını ister. Terapist sorularını bu amaca yönelik biçimler:

Terapist: Lütfen rüyanda, orada, o anda kal. Kendini bir denizde platformda buluyorsun ve biraz ötede yılanlarla eğlenen turistleri görüyorsun. O anda orada ne hissediyordun, ne düşünüyordun? Lütfen ulaşabildiğin tüm ayrıntıları anlat.

Bay F: Oraya nasıl geldiğime dair bir bilgim yoktu. Ayrıca niçin orada olduğuma dair de bir fikrim yoktu ama orada denizde olmaktan mutlu değildim. Sanırım denizden çıkıp uzaklaşmayı düşünüyordum. Yılanları gördüğümde bir tedirginlik hissediyordum ama çok fazla değildi. Turistlerin yılanlarla eğlenmesi beni biraz şaşırtıyordu ve bunu yapamayacağımı biliyordum, bunu istiyor da değildim.

Terapist: Diğer insanlar yılanlarla korkmadan eğleniyorlar ama sen bunu yapamayacağını düşünüyorsun. Bunun nedenine dair o anda oradayken bir düşüncen var mıydı?

Bay F: Evet ilginçtir, siz sorunca şimdi çok net hatırladım. Turistlerin yılanlardan korkmadığını yılanlar da biliyordu bu yüzden yılanlar onlara zarar vermiyorlardı. Ama ben korkuyordum ve yılanlar benim korktuğumu da biliyorlardı.

Terapist: Bu algılar, bu bilişler rüyanın içinde ne düzeyde açıktı?

Bay F: Bazen rüyamda bir şeyleri belli belirsiz fark ediyor, biliyor gibi olurum. Ama bu öyle değildi benim açımdan çok açıktı.

Terapist: Tekrar rüya yaşantına dönersek, yılanlarla eğlenen turistleri izlediğin esnada uzakta büyük bir balığın olduğunu fark ettiğini söylemiştin. O anda nasıl bir ruh hali içindeydin?

Bay F: O balığı görünce büyük bir dehşete kapıldım. Çünkü o çok tehlikeli, öldürücü bir balıktı.

Terapist: O anda o balığın bu denli tehlikeli ve öldürücü olduğunu nasıl anladın?

Bay F: Tam balık gibi değildi, canavarımsı bir balıktı; kocaman bir kafası ve dişleri vardı. Üzerinde siyah beyaz çizgiler. Sessizce duruşu ürperticiydi. Sanırım görünüşü bana zehirli ve öldürücü olduğunu düşündürtmüştür. Ama benim için o anda bu bilgi kesin bir bilgiydi ve o anda her ne olursa olsun ondan uzak durmalıyım, diye düşündüm.

Terapist: Peki sonra olanlara bakalım. Yılanların sana doğru hareketlendiklerini görüyor ve kaçmaya başlıyorsun. Yaşantının bu aşamasında ne hissettin ve ne düşündün?

Bay F: Yılanlar bana doğru gelmeye başladığında korkum biraz arttı ama bu korku ötedeki korkunç balıkla ilgili korkumla kıyaslarsam fazla bir şey değildi. O esnada şu farkındalığa sahiptim: yılanlar benim onlardan korktuğumu biliyorlar bunun için üzerime geliyorlar. Kaçarken de aklımda hep o zehirli öldürücü balık vardı, onun için yönümü buna göre belirlemeye çalışıyordum.

Terapist: Yılanların giderek hızlandığını söylemiştin…

Bay F: Evet, bir döngüye kapılmış gibi hissettim. Ben hızlanmak için çabaladıkça yılanların üzerime doğru geliş hızı da artıyordu.

Terapist: Peki şimdi rüyanın son anında yaşadıklarına o süreçteki hissediş ve düşüncelerine odaklansan?

Bay F: Yılanlar üzerime daha hızlı geldikçe tümüyle kaçmaya odaklanmıştım. Bir anda aklıma zehirli balığı ihmal etmiş olabileceğim, ona yaklaşmış olabileceğim gibi bir düşünce geldi. Bunu anlamak için başımı çevirip bakayım, dedim. Başımı çevirdiğim anda o dehşetle yüz yüze geldim. Canavarımsı balık hemen karşımdaydı ve bana saldırmak için yüzüme doğru hamle yaptığı anda çığlık atarak uyandım. Rüya çalışmasının ilk aşaması özü itibariyle hissediş ve algı öğelerini öne çıkartarak rüya yaşantısının yeniden ifadesidir. Bu aşamada Bay F. aslında rüya yaşantısında var olan ama rüya kaydında yer almayan birçok algı ve hissedişi hatırladı. Terapist bu algı düşünce ve hissedişleri vurgulayacak şekilde Bay F.’nin yaşantısının bir yeniden anlatısını/betimlemesini oluşturdu ve şu betimlemeyi paylaştı:

“Denizdeyim ama oraya ne zaman, nasıl ve niçin geldiğimi hatırlamıyorum. Denizde olmaktan mutlu değilim, daha da ötesi tedirginim. Biraz ötemde, orada bulunan yılanları elleriyle korkusuzca tutup eğlence olarak bazı deliklere atan turistleri görüyorum. Bense yılanların benim için tehlikeli olduğunu düşünüp onlardan korkuyor ve uzak duruyorum. Bu esnada daha uzakta kımıltısız duran büyük, acayip, mürene benzer bir balık görüyorum. Onu görünce dehşete kapılıyorum çünkü o balığın çok zehirli ve öldürücü olduğunu biliyor oluyorum. Bu esnada yılanlar beni fark edip üzerime gelmeye başlıyorlar. O andaki düşüncemi çok net hatırlıyorum. Bu yılanlar benim onlardan korktuğumu bildikleri için üzerime geliyorlar. Diğer insanların kendilerinden korkmadığını bildikleri için de onların kendileriyle eğlenmelerine oynamalarına izin veriyorlar. Ama bu farkındalık onlardan korkumu yatıştırmıyor ve ben kaçmaya devam ediyorum. Diğer taraftan aklım hep o öldürücü zehirli yılanlarla kıyaslanmayacak ölçüde tehlikeli olduğunu biliyorum. Bu yüzden yılanlardan kaçarken o zehirli balığın bulunduğu taraftan uzak durmaya çalışıyorum. O anda fark ediyorum ki ben kaçmak için hızlandıkça yılanların bana doğru gelişleri de hızlanıyor. Kaçma telaşı içindeyken birden bir anlığına zehirli balığı unuttuğumu anlıyorum ve ya o balığa çok yaklaştıysam diye yoğun bir kuşkuya kapılıyorum. Bunu anlamak için endişeyle başımı çevirdiğim an balık, gözlerimin önünde beliriveriyor. Öyle yakınım ki yapabileceğim hiçbir şey olmadığını hissediyorum. Balık saldırmak için yüzüme doğru hamle yapıyor ve o anda büyük bir dehşet içinde çığlık atarak uyanıyorum.’’

Terapist: Senin yaşadıklarını bir kez de ben anlattım. Benim bu anlatımımda rüyanda olmayan herhangi bir şey var mı?

Bay F: Hayır yok. Hatta sizin anlatınız rüyamı daha güçlü hissetmeme yol açtı.

Görüldüğü gibi hiçbir yorum yapmaksızın ve rüyada olmayan hiçbir şeyi rüyaya ilave etmeksizin yaşantının yeni bir anlatısını oluşturduk. Bu anlatı ilk kayıtta yer almayan rüya benliğinin bazı farkındalıklarını, bilgilerini, hissedişlerini de içeriyordu: Yılanların salt korkutucu bir varlık olmadıklarını, onları korkutucu ve tehdit edici bir nesneye dönüştüren şeyin kendi algısı olduğunu; yılanlardan kaçmak için hızlandıkça yılanların da hızlandıklarını dolayısıyla kaçarak kurtulamadığını; korktuğu ama görece baş edebileceği yılanlardan kaçtığı için baş etmesinin neredeyse imkansız olduğu zehirli balıkla yüz yüze geldiğini. Diğer aşamaları çalışmadan bu ilk aşamada bile danışan, rüya benliğinin farkındalıklarını ve bu farkındalıkların kendisi için ne denli anlamlı olduğunu büyük ölçüde fark etti. Model bizden ikinci aşamada bu kez rüya benliğinin askıya alınmasını ve uyanıklık benliğinin benzer bir yaşantıda nasıl hissedeceği/nasıl davranacağının açık hale getirilmesini ister.

Terapist: Daha önce rüyadakine benzer bir deneyimin oldu mu?

Bay F: Yazları denize giderim ama orada yılanlarla ya da zehirli bir balıkla karşılaşma deneyimim olmadı. Diğer taraftan denize giderim ama denizden oldum korkarım.

Terapist: Nasıl bir korku bu?

Bay F: Deniz bana karanlık bir bilinmezlik gibi gelir. Bu karanlık bilinmezlik içinde kendimi her an tehlikeye açıkmış gibi hissederim. Denize gittiğimde iyi bir yüzücü olmama rağmen açılmam.

Terapist: Yılanlarla ilgili ne düşünür, ne hissedersin?

Bay F: Yılanlardan da çok korkarım. Benim için sevimli hayvanlar değillerdir.

Terapist: Peki ya balıklarla ilgili ne dersin?

Bay F: Balıklardan tabii ki korkmam. Ama söylemiştim, rüyadaki korkum o şeyin balık gibi olmasıyla ilgili değil zehirli ve öldürücü olmasıyla ilgiliydi. Zehirli ve öldürücü olan her şeyden günlük hayatımda da korkarım.

Terapist: Peki gerçekte rüyadaki gibi bir durumda kalsan nasıl hissedip nasıl davranırsın?

Bay F: Eğer rüyadaki bir yaşantıyı gerçek hayatta deneyimlesem korkum rüyadakinden kat kat daha fazla olurdu. Yine panik içinde kaçardım.

Üçüncü aşama iki benlik durumunu ya da benlik yaşantısını hissedişler, yönelimler, düşünceler, davranışlar açısından karşılaştırmayı içerir. Daha önceki örnekte danışanın iki benlik durumu arasında belirgin bir açı farkı vardı. Bu örnekte ise danışanın iki benlik durumu hissedişleri ve davranışları açısından oldukça paralel. Eğer bir açı farkı olsaydı bu farka dikkat çekip bunun üzerine düşünmesini isteyecektik. Açı farklarının çalışılması kişinin kendiliğindeki örtük, gölgeli kalan alanları fark etmesi açısından çok yararlıdır. Açı farkının olmaması ise rüya yaşantısında ortaya çıkan yönelimlerin, hissedişlerin benlikte bir yerleşiklik kazandığını gösterir.

Dördüncü aşama, özellikle ilk üç aşamada rüya yaşantısının anlaşılır hale getirilemediği rüyalarda daha önemlidir. Bazı rüyalardaki baskın metaforik ve sembolik dil danışan ve terapistte açığa çıkarılamamış bir anlam kaldığına dair bir duygu oluşturur. Bu tür durumlarda ilk iki aşamada yapılan fenomenolojik çalışma esas alınarak danışan rüya ile günlük yaşamı ve yaşam öyküsü arasında bağlantılar kurmaya bu bağlantılar üzerinden hislerini, yönelimlerini, davranışlarını yorumlamaya cesaretlendirilir. Temel fenomenolojik ilkeleri gözetmek kaydıyla bu aşamada terapist de bazı yorum önerilerinde bulunabilir.

Bay F.’nin rüyası sembolik öğeler taşımasına karşın ilk iki aşamadaki çalışmalarla büyük ölçüde berraklık kazandı. Bununla beraber ilk iki aşamadaki betimlemeler esas alınarak dördüncü aşamanın çalışılması Bay F.’nin kaygılarını daha iyi açımlamak için yararlı oldu. Terapist, dördüncü aşama çalışmasını bu amaca yönelik olarak sürdürdü.

Terapist: Deniz bana hep bir bilinmezlik, tehlikeye açık olmak gibi gelir, demiştin. Bu bilinmezlik ve tehlikeye açık olmanın senin hayatında nasıl karşılıkları olabilir?

Bay F: Bu bana çocukluğumda özellikle akşamları karanlıkta yaşadığım korkuları hatırlatıyor. Çocukken karanlıktan çok korkardım. Her yer karanlıkmış ve karanlığın her yönünden bir şey çıkıp geliverecekmiş gibi.

Terapist: Bu tür korkularınla yılan korkun arasında bir bağlantılılık olabilir mi?

Bay F: Yılanlar da benim için denetlenemez, her an her yerden her bir delikten çıkıverecek varlıklar gibi.

Terapist: Peki bu belirsizlik, bilinmezlik ve her an tehlikeye açık olma hissi ara ara yakındığın anlamsızlık duygusuyla da bağlantılı olabilir mi?

Bay F: Düşünmemiştim ama siz sorunca olabilir gibi geldi.

Terapist: Rüya yaşantınla ilgili bir şeyi tekrar merak ettim. Rüyanda görece baş edebileceğin bir tehlikeden kaçarken baş etmenin neredeyse imkansız olduğunu düşündüğün bir tehlikenin içine düşüyordun. Rüyandaki bu yaşantının gerçek hayatında neye ya da nelere karşılık geliyor olabileceğini tekrar düşünsen?

Bay F: Okula devam edemiyorum. Gerçi bu korkudan değil, isteksizlikten. Belki biraz korkuyla ilgili bir tarafı da olabilir. Kendimi biraz zorlasam derslere gidebilirim ama gitmedikçe rüyamdaki gibi sonunda hiç baş edemeyeceğim bir durum ortaya çıkabilir. Şimdi siz sorarken bu durumu benim genel bir özelliğimmiş gibi hissettim. Bir şeylerden kaçmak ama kaçarken kaçtığım şeye yaklaşmak. Aklıma Dostoyevski’nin Budala romanındaki bir sahne geldi. Bu sahne sanki benim genel tutumumu anlatıyor gibi…

Terapist: Çok merak ettim, anlatır mısın?

Bay F: Prens Mışkin bir gün sonra bir baloya katılacaktır. Balonun yapılacağı büyük salonun bir köşesinde çok değerli bir vazo vardır ve Mışkin sakarlıkla gidip o vazoyu kıracağından çok korkar. Baloya katıldığında bu korkuyla vazodan uzakta sürekli salonun diğer köşesinde durmaya çalışır. Bir ara kendini kaptırır ve fark etmeden vazoya yaklaşmış olur ve sakar bir el hareketiyle vazoyu devirip kırar.

Terapist: Başlangıçta anlamsız bir kabus demiştin, şimdi ne düşünüyorsun?

Görüldüğü gibi dördüncü aşama rüyanın fenomenolojik yapısıyla bağlantıyı sürdürmek kaydıyla çağrışımlara ve yorumlara izin veren bir aşama. Örneğin Bay F.’nin çağrışımsal olarak aklına gelen Budala’daki sahne, rüyanın fenomenolojik yapısında zaten var olan hissediş, yönelim ve davranışlarla açıkça bağlantılı.

Bay F. ile yaptığımız birçok rüya çalışmasından sadece biriydi bu. Bay F. terapinin ilk aylarında daha sık ve daha korkutucu rüyalar görüyordu. Başlangıçtaki rüya yaşantılarının genel özelliği, rüya benliğinin yoğun bir tehlike ve tehdide maruz kaldığını görmesi ama bu tehlikenin nereden ve kimden geleceğine dair bir bilgisinin olmamasıydı. Zamanla bu anlamdaki belirsizlik azaldı ve kendini tehdit eden şeyler saldırgan bir mafya grubu, bir uçak kazası ya da bu rüyada olduğu gibi zehirli hayvanlar şeklinde somutluk kazandı. Tehdit nesnesi ne olursa olsun tüm rüya yaşantılarındaki temel korku fiziksel varlığının yok edilmesi yani ölüm korkusuydu. Bizim bu makaledeki amacımız tek bir rüyanın FRBM ile dört aşamalı nasıl çalışılacağını göstermektir. Yoksa bu örnek rüya çalışması bütünlüklü bir terapi çalışmasının aktarımı değildir. Böyle bir çalışma için önceki rüya çalışmalarının da ele alınması, aktardığımız bu rüyanın süreç içindeki yerinin de gösterilmesini gerektirir ki bu makaledeki amacımız bu değildir.

SONUÇ

GRYR’nin modern bir takipçisi olarak PRK, bilinçdışını, sembollerin analizini, rüyanın latent içeriğini ön planda tutarken FRBM’nin rüyanın manifest içeriğini önemsemesi; rüyada düşünen, hisseden yani yaşantılayan fenomenal bir benliğin olduğunu öne sürmesi ve pratiğini bu kabul üzerinde inşa etmesi, rüya kuramları tarihinde önemli bir kuramsal kopuş noktası olarak düşünülebilir.

FRBM, dört aşamalı bir süreçle, danışanın önce rüya benliğinin, daha sonra uyanıklık benliğinin yaşantısını fenomenolojik bir duyarlılık ile inceler. Üçüncü aşamada iki rüya yaşantısını karşılaştırarak paralellikleri ve açı farklarını anlamlandırır ve son olarak rüya benliğinin yaşantısından kopmadan gündelik/geçmiş yaşam ile ilgili çağrışımların incelenmesini gerçekleştirir. FRBM’yi önceki rüya kuram ve modellerinden ayrıştıran en önemli husus, dört aşamanın tamamında da bireyin fenomenal yaşantısından koparılmaması ve danışanın rüyası için söylemediği bir şeyi, birtakım kuram ve varsayımlardan hareket ederek ona empoze etmekten kaçınılmasıdır. Böylece danışanın öznelliğine saygı duyulmakta ve danışan, terapistin yönlendirici olma tehlikesinden güvende tutulmuş olmaktadır.

Sonuç olarak FRBM’nin psikoterapi uygulamalarında benlik/bilinç odaklı rüya çalışması yapmak isteyen klinisyenler için pratik ve etkili bir rüya modeli olduğunu düşünmekteyiz. İleride FRBM’nin klinik yararlılığına ilişkin nicel araştırmaları sürdürmeyi hedeflemekteyiz.

FRBM’yi önceki rüya kuram ve modellerinden ayrıştıran en önemli husus, dört aşamanın tamamında da bireyin fenomenal yaşantısından koparılmaması ve danışanın rüyası için söylemediği bir şeyi, birtakım kuram ve varsayımlardan hareket ederek ona empoze etmekten kaçınılmasıdır.

 

KAYNAKLAR

– Bennet, E. A. (2006). Jung aslında ne dedi? (I. Çobanlı, Çev.) İstanbul: Say.

– Brenner, C. (1998). Psikanaliz, temel kavramlar. (I. Savaşır ve Y. Savaşır, Çev.) Ankara: HYB.

– Bulkeley, K. (2001). Psikolojik kültürel ve dini boyutlarıyla rüyalar. (D. Cenkçiler, Çev.) Ankara: ODTÜ Yayıncılık.

– Craig, P. E. ve Walsh, S. J. (1993). Phenomenological challanges for the clinical use of dreams. New Directions in Dream Interpretation (s. 103-154). New York: Suny.

– Creswell, J. W. (2013). Qualitative inquiry & research design, choosing among five approaches. California: Sage.

– Ebbinghaus, H. (2009). Psychology: an elementary text book. New York: Cornell University Library.

– Finley, L. (2011). Phenomenology for therapists: researching the lived world. West Sussex: John Wiley & Sons.

– Fosshage, J. L. (2007). The organizing functions of dreaming: pivotal issues in understanding and working with dreams. International Forum of Psychoanalysis, 16(4), 213-221.

– Freud, S. (1998). Five lectures on psycho-analyses. (J. Strachey, Çev.) New York: W. W. Norton & Company.

– Freud, S. (2010). The interpretation of dreams: the complete and definitive text. (J. Strachey, Çev.) New York: Basic Books.

– Gallagher, S. ve Zahavi, D. (2008). The phenomenological mind. New York: Routledge.

– Gendlin, E. T. (1977). Phenomenological concept vs. phenomenological method: a critique of Medard Boss on dreams. Soundings: An Interdisciplinary Journal. 60(3), 285-300.

– Gılgamış destanı. (2007). (Ş. T. Duralı, Çev.) İstanbul: Dergah.

– Giorgi, A. (1997). The theory, practice, and evalution of the phenomenological method as a qualitative research procedure. Journal of Phenomenological Psychology, 28(2), 235–260. doi:

10.1163/156916297X00103

– Giorgi, A. (2009). The descriptive phenomenological method in psychology: a modified Husserlian approach. Pittsburgh: Duquesne University Press.

– Hanscomb, S. (2006). Contemporary existentialist tendencies in psychology. Phenomenology and psychological science (s. 169-196). New York: Springer.

– Hartmann, E. (2010). The nature and functions of dreaming. Oxford: Oxford University Press.

– Hergenhahn, B. R. ve Henley, T. B. (2009). An introduction to the history of psychology. Belmont: Wadsworth.

– Hill, C. E. ve Knox, S. (2010). The use of dreams in modern psychotherapy. International Review of Neurobiology. 92, 291-317. doi: https://doi.org/10.1016/S0074-7742(10)92013-8

– Hill, C. E., ve Rochlen, A. B. (2004). The Hill cognitive-experiential model of dream interpretation. Cognitive therapy and dreams, 16(1),

161-178.

– Husserl, E. (2010). The idea of phenomenology. Dordrecht: Kluwer Academic.

– James, W. (1983). The principles of psychology. Massachusetts: Harvard University Press.

– Kara, H. (2012). Psikoterapide rüyalarla çalışmak, yeni bir yaklaşım. Başka Psikiyatri ve Düşünce Dergisi. 8, 169-192.

– Kara, H. (2014). Bilinçli bir benliğin etkinliği olarak rüyalar ve rüyaların terapötik önemi. Dinlenen Ben: Rüya ve Terapi Dergisi. 1(1), 4-11.

– Kara, H. (2015). Gün ışığı yok ama rüyalar yeteri kadar aydınlık. Dinlenen Ben: Rüya ve Terapi Dergisi. 2(1), 2-6.

– Kara, H. (2017). Fenomenolojik yönelimli terapi için kuramsal çatı oluşturma çalışmaları. Dinlenen Ben Rüya ve Terapi Dergisi. 5, 107-112.

– Kara, H. ve Özcan, G. (2019). A new approach to dreams in psychotheraphy: phenonomenological dream self-model. Sleep and Hypnosis: A Journal of Clinical Neuroscience and Psychopathology, 21(3), 242-253.

– Kara, H. ve Selvi, Y. (2017). Phenomenal self and dream self. Sleep and Hypnosis: A Journal of Clinical Neuroscience and Psychopathology. 19(4), 96-100.

– Langridge, D. (2007). Phenomenological psychology: theory, research and method. Essex: Pearson Education.

– Lubisi, G. (2002). Existential-phenomenology and the third force movement in current psychology (Yayımlanmamış doktora tezi). University of Johannesburg, Johannesburg.

– Lyotard, J. F. (2007). Fenomenoloji. (İ. Birkan, Çev.) Ankara: Dost.

– Montenegro, M. (2015). A comparison of Freudian and Bossian approaches to dreams. Existential Analysis. 26(2), 313-327.

– Moreira, V. (2001). Beyond the person: towards a mundane phenomenological psychotherapy. Santiago: Editorial Universidad de Santiago de Chile.

– Moreira, V. (2009). Phenomenological-humanistic clinic: studies in psychotherapy and critical psychopathology. São Paulo: Annablume.

– Moustakas, C. (1994). Phenomenological research methods. California: Sage.

– Owen, I. R. (2006). Psychotherapy and phenomenology, on Freud, Husserl and Heidegger. New York: iUniverse.

– Owen, I. R. (2007). Justfying on psychotherapy. New York: iUniverse.

– Owen, I. R. (2015). Phenomenology in action in psychotherapy, on püre psychology and its applications in psychotherapy and mental health care. Leeds: Springer.

– Schultz, S. E. ve Schultz, D. P. (2016). Modern psikoloji tarihi. (Y. Aslay, Çev.) İstanbul: Kaknüs.

– Spinelli, E. (2005). The interpreted world: an introduction to phenomenological psychology. London: Sage.

– Yalom, I. D. (2002). The gift of therapy. New York: Harper Collins.

– Young, C. (2010). A phenomenological model in the practice of psychotherapy. International Journal of Psychotherapy, 14(3), 36-53.

– Zahavi, D. (2003). Husserl phenomenology. Stanfrod: Stanford University